26 Aralık 2014 Cuma

Döneceğim

Döneceğim kararlı olarak
geri döneceğim
engeller doldursa da dünyayı
bukağılar doldursa
kurtarmak için yahudinin ellerinden
mateme bürünmüş toprakları
döneceğim
kara günleri kaldırmak için üzerinden
döneceğim

Unutur muyum ki
bir gün gelmişti onlar
vaatsiz, sözsüz
fitnenin çırasıyla kararmıştılar
yahudinin lekesiydi işte bu
unutur muyum
tapınağı
ve öldürdükleri ne varsa
şahittir Araplar
unutur muyum

Vahdet, 1990

Necîb Ahmed (Mısır)
Türkçesi: Ahmet Yalçınkaya

2 Kasım 2014 Pazar

İmam Hüseyin (r.a.)

Hz. İmam Hüseyin (r.a.), canını vererek Müslümanların zalime hiçbir zaman boyun eğmemesi gerektiğini gösterdi. 

Üzüntümüzle birlikte ondan ibret almayı da öğrenmeliyiz.

AY / AEY

10 Ağustos 2014 Pazar

Filistin Zeytini

Meltemin gidip de dönmediği yerde;
İçinde bülbül ötüşünün olmadığı
Ve serçe sıçrayışlarının artık görülmediği
Geri gelmediği yerde,
Şimdi yabancıların oturduğu yerde,
Orada
Ve zamanın eskisinde
Ecdat zeytin ağaçları ekti,

O yeri ektiler
Yüzlerce, yüzlerce seneden
Ektiler onu
Zamanın hayli eskisinde.

Renkleri o yerin
Mübarek ağaçlara vurdu,
Kökü
O eski yerlerin derinliklerinde uzayana,
Renkleri,
Ülkelerden emdi güneşin ipekli ışıklarını
Renkleri onun
Vardı ve yok olmadı
Ve kalacak
Kırmızı
Yeşil
Esmer

Meltemin geri gelmediği
Ve şimdi yabancıların yaşadığı yerde
Yüksek durur zeytin ağaçları,
Hareket ederler öfkeyle.

Antika yer denir ya
Girer
Güçlükler beldesi şafağına

Ve nehirlerin açıklarında
Yayıldı ağacın hışırtısı, methi
Filistin ‘de
Tüm Filistin ‘de
Kükremeye dönüştü hışırtısı
Onun
Ve dallar,
Bütün dallar
Bir kanal oldu, yol oldu.

Orada
Ve o günün sabahında
Ufkunda eski yerin
Her nerde gelişirse zeytin ağaçları
Üç rengiyle
Üzerimize vurur sabah güneşi
Bize yansır,
Parlak,
Kuvvetli,
Üzgün,
Ve sert,
Bolluk içinde olur
Karanlığa bürünmüş ülkeleri

Vahdet, 1988
Kırağı, 1997

Orijinal Japoncası:  Şuhatşi Takatu
Arapçası:  Bekir Abdulmen'am Muhammed
Türkçesi:  Ahmet Yalçınkaya

Ellerin kırılsın Yahudi!

    Musa (A.S.) ’ya yüz çevirip ihanet sembolü haline gelmekle yetinmedin, asırlar boyu ektiğin fitne tohumları ile yeryüzünü kan gölüne çevirdin.  Kendinden başkasını insan kabul etmediğin için dünya ’ya hakim olmayı hakkın sayacak kadar kirlettin ruhunu.
    Lânetlenip yeryüzüne dağılacak kadar sapık olmasaydın peygamber şehit etmeye kalkar mıydın hiç?
    Hak ettiğin cezaya bile razı olmayıp Siyon dağında, yeni bir Süleyman tapınağı etrafında toplanma hayaliyle yaşadın.  Artık bu rüyayı gerçekleştirmek için yapamayacağın bir şey yoktur.  Burnunu sokmadığın ne bir iş ne bir yer kaldı.  Talmut sayfalarına işlenmiş ihtirasın uğrunda Fatih ’i zehirleyebilecek kadar sinsi, kendi vatanlarında esir aldığın Filistin mazlumlarına işkence edecek kadar vahşi olman da bu necis ruhunun görüntüleri değil miydi?
    Dünyayı kendi hakkın olarak görüyordun…
    Milyonlarca insanı kendine köle edebilmek için neler yapmadın ki!…  İblis ’i hayrete düşürecek derecede tağutları yaymayı nasıl becermiştin?

    Senin en büyük marifetin ahlaksızlığındı.  Tahrif ettiğin Tevrat ’ı bile yetersiz görüp Talmut ’u düzecek kadar adileşmiş olman da bu sıfatının yansımasıydı zaten.
    Az çalışmadın…
    Masonluğu mu icat etmedin?…
    Birleşmiş Milletler safsatasını mı uydurmadın?…
    Savaşlar mı çıkarmadın?…
    Hep o Siyon dağı uğrunaydı.
    Çengelini her yere atabilmiştin.  Dünyaya baş belası ettiğin Gurion ’ların, Begin ’lerin, Şamir ’lerin yanısıra Almanya ’da Marx ’ları, Münzer ’leri, Amerika ’da Rockefeller ’leri, Kissinger ’leri, İngiltere ’de Rothshild ’leri yetiştirdin.  Altıyüz sene İslâm ’ın bayraktarlığını yapmış bir milletin içinden bile İbrahim Temo ’ları, Abdullah Cevdet ’leri, A.Emin Yalman ’ları ve daha nicelerini çıkarabilmiştin.  En büyük düşmanın İslâm ’ı kalplerden silemesen de Müslümanın kuvvetini elinden almıştın.
    Ve Flistin ’in bağrına yerleştin…
    Elinin uzanmadığı yer yok gibiydi.  Öyle görünüyordu ki amacına ulaşmıştın;  dünya sana hizmet ediyor, her yerde sözün geçiyordu.
    Nihayet şımardın.
    Öz yurtlarında garip bıraktın herkesi…
    Filistin ’de kendin, diğer yerlerde uşakların, masum ruhlara olduğu kadar masum vücutlara da işkence etmeyi zevk haline getirmiştiniz.
Daha ne istiyebilirdin?
    Sen hiç doymadın!
    Özlemin, Fırat ile Nil arasında bir İsrâil ’di her zaman.
    Bugün ümitlisin belki…  Yarın da ümitli olabilirsin.  Filistin ’deki vahşetine kimsenin aldırmayacağını da umabilirsin.  Senin uşakların sana ne diyebilir ki, değil mi?
    Ama yanıldın!
    Lânetlendiğini çabuk unutmuşsun meğer…
    Kanlarını döktüğün masumların duâlarından korktuğunu gizlemene gerek yok.  Yaptığın zulmün, senin son çırpınışın olduğunu anlayacağın büyük gün yakındır çünkü.  Ellerinin kırılacağı zamanı müjdeleyen duaları susturmaya kalkman da kurtarmayacaktır seni.  Her zâlim gibi sen de tepen üzerine dikileceksin!…

Zaman, 1988

Bu yazı 1988 yılında yayınlanmış olmasına rağmen maalesef halen geçerliliğini koruyor. Siyonist zulmü devam ediyor. Biz de aynı düşünceleri tekrar paylaşma ihtiyacını hissederek yazıyı burada tekrar yayınlıyoruz. Yazıdaki hitabın muhatabı şu anda Siyonizmi savunan kim varsa odur. 


8 Ağustos 2014 Cuma

Akledenlerden olalım


Allah (CC) insanlara akıl vermiştir ve bu aklı kullanmalarını öğütlemiştir.

Aynı konuya değinilen ve aşağıda bağlantıları (link) verilen iki ayrı yazıyı okuyun. Muhakkak ki Allah (CC) 'ın aklımızı kullanmamız yönündeki öğüdünün hikmeti hakkında da düşüneceksiniz.

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yildiray-ogur/581682.aspx

http://www.zaman.com.tr/pazar_iste-sozde-denilen-selam-teror-orgutu_2235365.html

Akledenler için neyin yalan neyin gerçek olduğunu anlamak o kadar da zor değil.

Ahmet Yalçınkaya

(Aktaran: A. Edip Yazar)

Bu konuda esinlenmemize neden olan Sn. Oruç Baba İnan 'a teşekkür ederiz. AEY

Milletin Sağduyusu


Peygamberimiz (SAV) bir hadisinde:

"Mü'min aynı delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz."

buyurmuştur (Buhâri, Edep, 83; Müslim, Zühd, 63).

Bu ülke bir Ahmet Necdet Sezer komedisi yaşadı. O dönemde Cumhurbaşkanı 'nı halk seçmiyordu.
Halkımız, Ekmeleddin İhsanoğlu ile aynı komedinin daha düşük seviyelisini yaşamayacak kadar sağduyuludur.

Bunu, Sezer döneminde benim gibi yurt dışında yaşayanlar çok daha iyi bilirler.

Ahmet Yalçınkaya

(Aktaran: A. Edip Yazar)

27 Temmuz 2014 Pazar

Bayram günü bir başkadır

Kutlu bir gündür bu…
     Bir Ramazan-ı Şerifi daha tamamlamış olmanın mutluluğunu paylaştığımız gündür.
     Dünyanın neresinde olursa olsun, o gün bütün Müslümanlar aynı heyecanı duyar, aynı düşünceleri taşırlar. Güneşin doğuşunu takip eden saatlerde ağzı tatlandıran her lokmanın lezzeti Türkiye ’de de, Pakistan ’da da, Malezya ’da da aynıdır.  Çünkü o gün, Müslümanların bayramıdır.  Ramazan ’ı yaşamış olmanın bayramıdır. 
     Müslüman çocukların sabırsızlıkla bekledikleri gündür o gün…
     Sokakları cıvıl cıvıl dolduran seslerin sahipleri o kutlu zamanı az özlemediler.  O çocukların içinde öyleleri vardı ki, o günün heyecanını daha bir duyabilmeki çin mübârek Ramazan günlerinde körpe midelerine gem vurmuşlardı.  Biz yetişkinlerin nefsimize vurmakta çoğu zaman zorlandığımız gemi, onlar gözyaşlarına rağmen vurmuşlardı midelerine…

     Bu çocuklar için o gün doğan güneş her zaman doğan güneş değildir.  Onlar, hasretini çektikleri bir güneşin ışıklarını görmektedirler o gün.
     O kutlu gün, Müslümanların sevinç günüdür…
     O gün, her Müslüman sevinmeli, diğer Müslümanları sevindirmelidir.  Ramazan-ı Şerîf ‘i, aç kardeşinin halini anlayarak geçiren Müslümanın, aynı kardeşini, sevincine ortak etme zamanıdır.  Afganistan ’da, Filistin ’de, Eritre ’de, Moro ’da ve dünyanın diğer yerlerinde kafirlere karşı mücadele eden kardeşlerimizin sevincinin bizim sevincimizle aynı olması için ne yapmak gerektiğini düşünmenin zamanıdır.
     Bizim gibi rahatı yerinde Müslümanlar bunun şuurunda olmalı, kafirin zulmü altında inleyen kardeşlerinin de sevinmeleri için gayret sarfetmek gerektiğini hatırlamalıdırlar.  Çünkü o gün sadece kendilerinin bayramı değildir!
     O kutlu gün bütün Müslümanların bayramıdır!..
     O günlere tekrar tekrar ulaşmayı Cenab-ı Hak ’tan niyaz ediyoruz. 

Yeni Asya, 1991

5 Temmuz 2014 Cumartesi

Ayların En Güzeli

Bahçeler sundun bize mağfiret güllerinden,
Açtın da kalbimizde ey ayların incisi.
Seninle yakın oldu rahmetin ayak sesi
Ve seninle gözyaşı ümit verdi, derinden…

Göklerden çekilmedin; bekledin gündüzleri,
Ruhlarımız melekler yoldaşı olsun diye.
Ey Rabbimiz ‘den bize gelen eşsiz hediye,
Sen nurlu akşamlarda güldürdün öksüzleri.

Kentin sokaklarını doldurdu ışıkların,
Kanayan yaraları sardın saatler boyu.
Seninle bıraktık ah, bıraktık biz uykuyu
Ve senin hatırına affoldu âşıkların…

Kırıldı utancından günahın azgın eli,
Başkalaştıkça tatlar her iftar sofrasında.
Terk etme yürekleri kal gönül aynasında,
Ey merhamet pınarı: Ayların en güzeli!

Altınoluk Dergisi, Aile Eki, Ağustos 1991

Peygamber 'e

Siz insan evladı, Abdullah oğlu
Arap çölü gibi ateşli, korlu
Peygamber oldunuz, muzaffer tuğlu
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed

Ey Allah Resulü, ey eşsiz insan,
Yolunuzu aydınlatmıştır Kur’an,
Siz dünya serveri, siz nur-u cihan,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed

Kıyamet gününde, Mahşer gününde,
Size nasip olsun Mahmud makamı.
Her an dilinizde ümmetin adı,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed

Sizinle savaştı müşrikler önce,
Bir lahza durmadı cenk ve husumet,
Rabbimiz korudu sizi vaktinde,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed

Sizin muradınız hidayet olur,
Biçare kullara inayet olur,
Size ümmet olmak saadet olur,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed

Sizi ziyarete gelmiştir cihan,
Sizle gece gündüz Medine aydın,
Ay sevinçle bakar, Gün gitmez burdan,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed

Kabriniz önünde garip milletler,
Yüzler başka başka, başkadır içler,
İşte insana has türlü sıfatlar
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed

Bir yanda imanı bütünler durur,
Bir yanda kibirli insanlar yürür,
Hepsi de Allah ‘tan ferahlık diler,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed

Merhametli insan, geniş kalp Resul,
Herkese iyilik dilersiniz hep
Ne var ki bazısı küfürle meşgul,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed

Biri pakım diye yeminler eder
Ancak içi kara, Şeytan ‘la dosttur
Böylesi artırır yalnız gam keder,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed

Hazret, sorun bizim günahımızı,
Doğru yola salın şaşkınımızı,
Ulaştırın Mevla ‘ma âhımızı,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed

Dünya ‘da iyiler hâlâ çok, şükür,
Onlar var ki yere nur yağmaktadır.
Ümmetsiz yok size sükûnet, huzur
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed

Geldim ziyarete, yaralı canım,
Azar ve belaya doymuş insanım.
Sizin izinizde tozum, toprağım,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed

Hak deyip iğneyle dağları kazdım.
Ben kulum, gah doğru yoldan da azdım.
Tevbe ifadem bu şiiri yazdım,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed

Abdullah Aripov (1941 - )
Özbekçe ‘den çeviren: Ahmet Yalçınkaya

Özbekistan 'ın günümüzdeki en büyük şairlerinden biri, yeni Özbek şiirinin öncülerindendir. Dünya edebiyatından yaptığı şiir çevirileriyle de tanınır. Şiir kitaplarından bazıları Gözlerim Yolunda,  Anacan, Kaside, Ruhum, Hayrat, Hekim ve Ecel, Hac Defteri ve Sevap.

Is it Sarajevo which burns or are we that Alija

I.
Where is this smoke rising from, Alija…
Where from comes this smell of fire?
Is it the relic soil of your country which caught fire
or the invisible flames of our burning cities…
Is it the ashes of Sarajevo being so thrown around?

I have seen that your orphan nations crime was just to believe,
it was said that you deserve the fierce of this cursed age.
An age called the West, a masked face, a treacherous ambush
a fierce called the West, Oh, its name and fame be ruined…
I have seen it is your belief which frightens this cursed age

If your country is destroyed, believe that we will be destroyed
if your country is destroyed, we will drag ourselves along the ground.
Pity us, pity our country which has lost its eternal sun,
pray for us that black clouds do not keep at us anymore!
If your country is destroyed, believe that we will be destroyed,
pray for us that our blood flows firstly for the sake of belief.

Is it the fog of our country which covers the skies, Alija…
Or is it the ashes of Sarajevo being thrown around?

II.
Where is this wail rising from, Alija…
Where from comes this cry, this voice of oppressed ones?
Is it the raped women of your country who are crying
or the echo of screams left from our dirty brains…
Is it the children cut into pieces and thrown around with the winds?

I have seen it is cruel that we laugh, that we play
I have seen it is difficult to eat, to drink, and to sleep.
The cage of our chests will be tight for all of us I know,
from now on we cannot look at pretty faces of children…
I have seen we cannot look at their innocent eyes

If those children cease to exist, believe that we will cease to exist
if those children cease to exist, we will fall into deep holes.
Pity us, pity our country which has lost its eternal soul,
pray for us that we get our beautiful light again.
If those children cease to exist, believe that we will cease to exist,
pray for us that we fight in sees, and we fight in the skies.

Is it our fake tears which get upon pilgrim winds, Alija…
Or the children died before playing games are thrown around?

Translated by: A. Edip Yazar
Original Turkish of this poem,  “Saraybosna mı yanan biz miyiz Aliya” has been awarded with the First Prize in the International Turkish Language Bosnia Poetry Contest in 1994

To the memory of the “Wise King”.

Ağacım Meyve Verdi Toprağımda Başak Var

I.

bir yorgun ağaç, sonbaharında
sararan yapraklarıyla
dalları kurumaya yakın
külrengi bulutların altında
bakır gökyüzüne çevirmiş yüzünü
intizarın çeşmesinden beslenen
ve malihulyaların
kaderinde çizgileri görünen
tükenmeye yüz tutmuş özsuyuyla
bir solgun ağaç
çağın sonbaharında

işte bu benim ağacım, bu benim
anlamaya çalışın
güneş, ay ve bazen yağmurlar
emin olun benim şahidim
onlar bilirler beni elbet
rüzgar da anlar beni bilin ki,
beni anlar nurdan ışık kapmış dalgalar
fakat siz
bu kadar konuşmazdınız eğer görseydiniz
gecenin örttüklerini
ve yaktığını gündüzün
bilseydiniz…
bilseydiniz neden geri gelmiyor giden
ağlardınız daha çok
gülmezdiniz
anlamaya çalışın beni lütfen


II.

bir kuru toprak ne kızıl ne beyaz
çölün fırtınası yüzünü yalayan…
sıcak olmasına sıcak ana gibi
fakat kuru
deniz bilmez, nehir tanımaz
mert ve engin bir kucağın sahibi
hayalinde okyanusa ulaşmak
çünkü biraz uzaktan tanır yağmuru
çölden emzirilen sarı ummandan
yeşili bilmez maviye kanamaz
bir rüzgar gibi geçer, kulaktan giren
ardında kalan
aslolan özlemdir çıplak ve duru,
hakikat hendeği aşmak
üstü bulanık kaygılar damar damar yayılan
zamana dibi doymaz…

bu benim toprağım, benim ocağım
lütfen anlamaya çalışın
ne beklesin sırasında bir bulut
bir çöl dikeninden, kara çalıdan
suya hasret toprağım
ne var kargaların şahı anladı
ve anladı heves, anladı umut
ne var ki anlamaz yine de yalan
ben hasret idim yaprağa herkes bilmeli
lütfen beni anlamaya çalışın
meyveye hasret idim
bir sırça sarayın kenarında saçağım,
dedim artık gidilmeli,
kaygılar gönlümden dağılın


III.

ey alim anlat sana öğretilenleri
nasıl neden nerede…
anlat bildiğini at şu yükünü
anlat varı, yoğu ve Vareden ‘i
bilsinler bir doğuştur yeniden
yeni bir nefes her bâride
var olmanın ateşidir suyudur
kor içinde bekleyen çeliğe
anlat sabır neymiş tahammül nedir
ey alim işte bu karinedir
de ki işte sabır her gönlün aşı
hakikat budur
açacak goncanın şafak nöbeti
arının çiçeğe konacak gücü
de ki işte sabır
“her işin başı”

ey şair anlat taşanı yüreğinden
zincire vurulamayan sevinçleri
anlat ki coşkusu
sığmaz bir yere
çılgınlık daha kolay daha sessiz
bu kopup gelen fırtına
bir deli sestir ki haykıran derinden
anlat mucizeleri
ayaz soğuğunda yuva gözleyen kuşu
anlat varsınlar farkına
engel tanımaz sellerin
bir toprak fedakarlığıyla
huzuru kalkan yapmış derelere koşmasının
varsınlar farkına
sen ise
asla aldırma
özlemle yoğrulmuş uzak ekinden
zamanın mekanın ve yıldızların
akmasına
ey şair haykır rahmetini sonsuz kudretin
gözyaşınla yıka kalbini
aldırma kimsenin bakmasına
bu ağaç dalında hayatın duruşu
anlık bakışı gibi utangaç kızların
fanusta bir kandildir eğilir yere
kaybolsa da izleri
de ki hayattan bahsetmek için sabır gerek
arif diye tanıt şakirtlerine
bıkmayan yılmayan kardelenleri


IV.

her şey oturur denklemine
ve durulur sular
bir taraftan çocuklar gibi beklentili
var mıdır yok mudur hiç dert etmeden
başaklar boy verir toprak kendi renginde
yorgunluğu atar ağaç üzerinden
huzur isteyen ihtiyarlar
bir goncaya bakar gibi geçmişi
özenle ve kıyamadan tutarlar

her şey yerli yerinde
güneşin yaktığı ufuklar daha berrak
öyle olmalı görünmese de
bilinmese de
aşikar oldu kuraklıklar dert değil
yeşertilir tüm çöller ağlayarak
anladım ki şükrün tam zamanıdır 
tüm sıcaklığına rağmen heyecanın
bulutlara yükselir salıncaklar
kaynayan kana rağmen
sükunet olmalıdır
yine de sanırım her şey açık
her şey sade
inine çekiliverir med cezirler
daha basit artık her ne varsa karışık
daha güzel ne varsa canlı cansız
her şey asude
herkes aşık
yeterince açığa vuruyor gelincikler
ki her an şükretmek zamanıdır

Seçkin Varlık

İddiayla söylerim şunu, bilirim
Seçkin bir güçtür Hazret-i Muhammed,
Üstün varlıktır derim.

Bilirim ihtimal dışı, mümkün değil
Meydana gelmesi bir eserin ki şahane
Sade bir gücün, insanın elinden.
İhtimal dışıdır var olması,
Olağanüstü varlığın zuhur bulması
Bir gücün sadece kuvvetinden.

Üzüntümün sebebi
Sana
Çağdaş olmadığımdır, ey Muhammed!
Üzüntüm,
Yaşamadığımdan aynı asırda.

Senin değildir kitap.
Öğreticisi olduğun,
Yayıcısı olduğun kitap ilâhîdir.
Bu kitap ait değildir sana,
Eser senin değildir.

Ne kadar gülünç bunu inkâr etmek,
Ve savunmak aksini.
İleri sürmek kadar gülünç,
İlimlerin boş olduğunu
Ya da abesliğini.

Artık görmeyecek insanlık, asla
Seçkin bir gücü senin gibi,
Seçilmiş varlığı bundan sonra.
Bir defa görmüş, görmeyecek,
Bunu söyler bunu bilirim,
Görmeyecektir daha.

Büyüklüğün önünde, azametin karşısında
Eğilirim hürmetle, eğilirim
En büyük ihtiramla.

Prens Otto von Bismarck (1815-1898)
Beyanatlardan derleyen ve çeviren: Ehl-i Sünnet Mecmuası (Abdurrahim Zapsu)
Sadeleştiren ve uyarlayan: Ahmet Yalçınkaya

20 Mart 2014 Perşembe

Veda

Veda bir göçmen kuş kanadı desem,
Belki yürek delen bir şaşkın mermi…
Veda faniliğin soyadı desem;
Ömür bir lahzadan fazla sürer mi?

Kimleri tanırım bilmem kaç yıldır,
Hepsi göz kırpacak kadar yer tutar.
Veda vakti gelmiş gönlünü kaldır;
Zaman alır seni yabana atar…

Her ayrılık bir dert, bir yeni düğüm:
Acep aranılan çocukluk mudur?
Veda beyaz hüzün, asıl gördüğüm:
Hayat gözyaşıymış, çare yok mudur?

1 Mart 2014 Cumartesi

Dağ

eteği başka halka, başka halkadır başı,
belli ki kendisine süs yapmıştır gümüşten.
koynunda toprak, çiçek, taş ve su arkadaşı;
heybeti sanki çıkmış masaldan veya düşten.

altında ince yollar bitmez tükenmez umut,
omzunda nefes alır gelen bilge fırtına...
ellerinde aldırmaz bir kelebek gibi mut;
dolaşır aklı gökte, özgürce, kana kana.

fakat o bile ürker insanın gizeminden,
med cezir gibi aysar gözlerinden kızların.
kim suyla deler taşı, sade su verip tenden
ve ışığını başka kim çeker yıldızların? ..