4 Ekim 2016 Salı

Ahir Zaman

saat durdu inleyerek,
belki yorgunluktan veya düşkünlükten zamana
belki de öyle değil…
kaygıdan olsa gerek

gölgeleri kovalar dururdu kalsaydı her şey yerli yerinde
takati yok ne buna ne günü aşmaya
bir gökyüzüne baktı bir ciğerine, bir teline
ve baktı düşlerine,
son defa çaldı ölüm soğukluğuyla titrek titrek

gözünün önünden geçti hayat yaşanmış yaşanmamış
sanki film şeridi koca bir çağ,
ekranlara gömüyorlardı bir karesinde genç kızı diri diri
diğer karelerde aynı ıstırap,
cephede değişen bir şey olmamış.
köle ve cariyeler emre itaat ediyor fabrikalarda döne döne
hiçbir yerde itiraz olmaz efendiye,
bataklıkta dilenirken şairler
en kızgın kumarın başındadır alimler.

şehirlerde ve sularda hakim kan rengi,
kral tahtına kurulmuş lanetlenen malum zulüm
elinde fosfor bombaları yüzünde aynı kinle.
her yerde kalem ve kılıç bitap,
herkes aynı çağın esiri
her şey hoyrat…
dimağlarda yer bulamıyor sanırsın artık kitap…

ve aslında tanımadık bir sızı sarmış olanları,
karşı dağların yamaçlarını özlüyor saat
can çekişen tüm dişleri geldikçe gözünün önüne.
her devir daimin ardından sırra kadem basıyor sanat,
güneş saklanmış ya bulutların ardına
belli ki şimdi utanmak zamanı derken bir garip merak ile
platin ve titan soydaşlar da yer alır teşhir karelerinde.

film şeridi geçer tekrar önünden bu kez kendi kendine,
mecali yok kendiyle savaşmaya
bütün bir ömür harap!

bu nasıl bir zamandır nasıl vehim, görevi kalmamış saatin
sularda boğulmuş düşler kavuşmayı umarken gerçekliğine,
dünyayı kaplamış serap…

Yedi İklim, Sayı 316, Temmuz 2016