Döneceğim kararlı olarak
geri döneceğim
engeller doldursa da dünyayı
bukağılar doldursa
kurtarmak için yahudinin ellerinden
mateme bürünmüş toprakları
döneceğim
kara günleri kaldırmak için üzerinden
döneceğim
Unutur muyum ki
bir gün gelmişti onlar
vaatsiz, sözsüz
fitnenin çırasıyla kararmıştılar
yahudinin lekesiydi işte bu
unutur muyum
tapınağı
ve öldürdükleri ne varsa
şahittir Araplar
unutur muyum
Vahdet, 1990
Necîb Ahmed (Mısır)
Türkçesi: Ahmet Yalçınkaya
26 Aralık 2014 Cuma
2 Kasım 2014 Pazar
İmam Hüseyin (r.a.)
Hz. İmam Hüseyin (r.a.), canını vererek Müslümanların zalime hiçbir zaman boyun eğmemesi gerektiğini gösterdi.
Üzüntümüzle birlikte ondan ibret almayı da öğrenmeliyiz.
AY / AEY
Üzüntümüzle birlikte ondan ibret almayı da öğrenmeliyiz.
AY / AEY
10 Ağustos 2014 Pazar
Filistin Zeytini
Meltemin gidip de dönmediği yerde;
İçinde bülbül ötüşünün olmadığı
Ve serçe sıçrayışlarının artık görülmediği
Geri gelmediği yerde,
Şimdi yabancıların oturduğu yerde,
Orada
Ve zamanın eskisinde
Ecdat zeytin ağaçları ekti,
O yeri ektiler
Yüzlerce, yüzlerce seneden
Ektiler onu
Zamanın hayli eskisinde.
Renkleri o yerin
Mübarek ağaçlara vurdu,
Kökü
O eski yerlerin derinliklerinde uzayana,
Renkleri,
Ülkelerden emdi güneşin ipekli ışıklarını
Renkleri onun
Vardı ve yok olmadı
Ve kalacak
Kırmızı
Yeşil
Esmer
Meltemin geri gelmediği
Ve şimdi yabancıların yaşadığı yerde
Yüksek durur zeytin ağaçları,
Hareket ederler öfkeyle.
Antika yer denir ya
Girer
Güçlükler beldesi şafağına
Ve nehirlerin açıklarında
Yayıldı ağacın hışırtısı, methi
Filistin ‘de
Tüm Filistin ‘de
Kükremeye dönüştü hışırtısı
Onun
Ve dallar,
Bütün dallar
Bir kanal oldu, yol oldu.
Orada
Ve o günün sabahında
Ufkunda eski yerin
Her nerde gelişirse zeytin ağaçları
Üç rengiyle
Üzerimize vurur sabah güneşi
Bize yansır,
Parlak,
Kuvvetli,
Üzgün,
Ve sert,
Bolluk içinde olur
Karanlığa bürünmüş ülkeleri
Vahdet, 1988
Kırağı, 1997
Orijinal Japoncası: Şuhatşi Takatu
Arapçası: Bekir Abdulmen'am Muhammed
Türkçesi: Ahmet Yalçınkaya
Ellerin kırılsın Yahudi!
Musa
(A.S.) ’ya yüz çevirip ihanet sembolü haline gelmekle yetinmedin, asırlar boyu
ektiğin fitne tohumları ile yeryüzünü kan gölüne çevirdin. Kendinden başkasını insan kabul etmediğin
için dünya ’ya hakim olmayı hakkın sayacak kadar kirlettin ruhunu.
Lânetlenip yeryüzüne dağılacak kadar sapık olmasaydın peygamber şehit
etmeye kalkar mıydın hiç?
Hak
ettiğin cezaya bile razı olmayıp Siyon dağında, yeni bir Süleyman tapınağı
etrafında toplanma hayaliyle yaşadın.
Artık bu rüyayı gerçekleştirmek için yapamayacağın bir şey yoktur. Burnunu sokmadığın ne bir iş ne bir yer
kaldı. Talmut sayfalarına işlenmiş
ihtirasın uğrunda Fatih ’i zehirleyebilecek kadar sinsi, kendi vatanlarında
esir aldığın Filistin mazlumlarına işkence edecek kadar vahşi olman da bu necis
ruhunun görüntüleri değil miydi?
Dünyayı kendi hakkın olarak görüyordun…
Milyonlarca insanı kendine köle edebilmek için neler yapmadın ki!… İblis ’i hayrete düşürecek derecede tağutları
yaymayı nasıl becermiştin?
Senin en büyük marifetin ahlaksızlığındı. Tahrif ettiğin Tevrat ’ı bile yetersiz görüp
Talmut ’u düzecek kadar adileşmiş olman da bu sıfatının yansımasıydı zaten.
Az çalışmadın…
Masonluğu mu icat etmedin?…
Birleşmiş Milletler safsatasını mı uydurmadın?…
Savaşlar mı çıkarmadın?…
Hep
o Siyon dağı uğrunaydı.
Çengelini her yere atabilmiştin.
Dünyaya baş belası ettiğin Gurion ’ların, Begin ’lerin, Şamir ’lerin
yanısıra Almanya ’da Marx ’ları, Münzer ’leri, Amerika ’da Rockefeller ’leri,
Kissinger ’leri, İngiltere ’de Rothshild ’leri yetiştirdin. Altıyüz sene İslâm ’ın bayraktarlığını yapmış
bir milletin içinden bile İbrahim Temo ’ları, Abdullah Cevdet ’leri, A.Emin
Yalman ’ları ve daha nicelerini çıkarabilmiştin. En büyük düşmanın İslâm ’ı kalplerden
silemesen de Müslümanın kuvvetini elinden almıştın.
Ve
Flistin ’in bağrına yerleştin…
Elinin uzanmadığı yer yok gibiydi.
Öyle görünüyordu ki amacına ulaşmıştın;
dünya sana hizmet ediyor, her yerde sözün geçiyordu.
Nihayet şımardın.
Öz yurtlarında garip bıraktın herkesi…
Filistin
’de kendin, diğer yerlerde uşakların, masum ruhlara olduğu kadar masum
vücutlara da işkence etmeyi zevk haline getirmiştiniz.
Daha ne istiyebilirdin?
Sen
hiç doymadın!
Özlemin, Fırat ile Nil arasında bir İsrâil ’di her zaman.
Bugün ümitlisin belki… Yarın da ümitli olabilirsin. Filistin ’deki vahşetine kimsenin
aldırmayacağını da umabilirsin. Senin
uşakların sana ne diyebilir ki, değil mi?
Ama
yanıldın!
Lânetlendiğini çabuk unutmuşsun meğer…
Kanlarını döktüğün masumların duâlarından korktuğunu gizlemene gerek
yok. Yaptığın zulmün, senin son
çırpınışın olduğunu anlayacağın büyük gün yakındır çünkü. Ellerinin kırılacağı zamanı müjdeleyen duaları
susturmaya kalkman da kurtarmayacaktır seni.
Her zâlim gibi sen de tepen üzerine dikileceksin!…
Zaman, 1988
Bu yazı 1988 yılında yayınlanmış olmasına rağmen maalesef halen geçerliliğini koruyor. Siyonist zulmü devam ediyor. Biz de aynı düşünceleri tekrar paylaşma ihtiyacını hissederek yazıyı burada tekrar yayınlıyoruz. Yazıdaki hitabın muhatabı şu anda Siyonizmi savunan kim varsa odur.
8 Ağustos 2014 Cuma
Akledenlerden olalım
Allah (CC) insanlara akıl vermiştir ve bu aklı kullanmalarını öğütlemiştir.
Aynı konuya değinilen ve aşağıda bağlantıları (link) verilen iki ayrı yazıyı okuyun. Muhakkak ki Allah (CC) 'ın aklımızı kullanmamız yönündeki öğüdünün hikmeti hakkında da düşüneceksiniz.
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yildiray-ogur/581682.aspx
http://www.zaman.com.tr/pazar_iste-sozde-denilen-selam-teror-orgutu_2235365.html
Akledenler için neyin yalan neyin gerçek olduğunu anlamak o kadar da zor değil.
Ahmet Yalçınkaya
(Aktaran: A. Edip Yazar)
Bu konuda esinlenmemize neden olan Sn. Oruç Baba İnan 'a teşekkür ederiz. AEY
Milletin Sağduyusu
Peygamberimiz (SAV) bir hadisinde:
"Mü'min aynı delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz."
buyurmuştur (Buhâri, Edep, 83; Müslim, Zühd, 63).
Bu ülke bir Ahmet Necdet Sezer komedisi yaşadı. O dönemde Cumhurbaşkanı 'nı halk seçmiyordu.
Halkımız, Ekmeleddin İhsanoğlu ile aynı komedinin daha düşük seviyelisini yaşamayacak kadar sağduyuludur.
Bunu, Sezer döneminde benim gibi yurt dışında yaşayanlar çok daha iyi bilirler.
Ahmet Yalçınkaya
(Aktaran: A. Edip Yazar)
"Mü'min aynı delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz."
buyurmuştur (Buhâri, Edep, 83; Müslim, Zühd, 63).
Bu ülke bir Ahmet Necdet Sezer komedisi yaşadı. O dönemde Cumhurbaşkanı 'nı halk seçmiyordu.
Halkımız, Ekmeleddin İhsanoğlu ile aynı komedinin daha düşük seviyelisini yaşamayacak kadar sağduyuludur.
Bunu, Sezer döneminde benim gibi yurt dışında yaşayanlar çok daha iyi bilirler.
Ahmet Yalçınkaya
(Aktaran: A. Edip Yazar)
27 Temmuz 2014 Pazar
Bayram günü bir başkadır
Kutlu bir gündür bu…
Bir
Ramazan-ı Şerifi daha tamamlamış olmanın mutluluğunu paylaştığımız gündür.
Dünyanın
neresinde olursa olsun, o gün bütün Müslümanlar aynı heyecanı duyar, aynı
düşünceleri taşırlar. Güneşin doğuşunu takip eden saatlerde ağzı tatlandıran
her lokmanın lezzeti Türkiye ’de de, Pakistan ’da da, Malezya ’da da
aynıdır. Çünkü o gün, Müslümanların
bayramıdır. Ramazan ’ı yaşamış olmanın
bayramıdır.
Müslüman
çocukların sabırsızlıkla bekledikleri gündür o gün…
Sokakları
cıvıl cıvıl dolduran seslerin sahipleri o kutlu zamanı az özlemediler. O çocukların içinde öyleleri vardı ki, o
günün heyecanını daha bir duyabilmeki çin mübârek Ramazan günlerinde körpe
midelerine gem vurmuşlardı. Biz
yetişkinlerin nefsimize vurmakta çoğu zaman zorlandığımız gemi, onlar
gözyaşlarına rağmen vurmuşlardı midelerine…
Bu
çocuklar için o gün doğan güneş her zaman doğan güneş değildir. Onlar, hasretini çektikleri bir güneşin
ışıklarını görmektedirler o gün.
O kutlu gün, Müslümanların sevinç günüdür…
O
gün, her Müslüman sevinmeli, diğer Müslümanları sevindirmelidir. Ramazan-ı Şerîf ‘i, aç kardeşinin halini anlayarak
geçiren Müslümanın, aynı kardeşini, sevincine ortak etme zamanıdır. Afganistan ’da, Filistin ’de, Eritre ’de,
Moro ’da ve dünyanın diğer yerlerinde kafirlere karşı mücadele eden
kardeşlerimizin sevincinin bizim sevincimizle aynı olması için ne yapmak
gerektiğini düşünmenin zamanıdır.
Bizim
gibi rahatı yerinde Müslümanlar bunun şuurunda olmalı, kafirin zulmü altında
inleyen kardeşlerinin de sevinmeleri için gayret sarfetmek gerektiğini hatırlamalıdırlar. Çünkü o gün sadece kendilerinin bayramı
değildir!
O
kutlu gün bütün Müslümanların bayramıdır!..
O günlere tekrar tekrar ulaşmayı Cenab-ı Hak
’tan niyaz ediyoruz.
Yeni Asya, 1991
5 Temmuz 2014 Cumartesi
Ayların En Güzeli
Bahçeler sundun bize mağfiret güllerinden,
Açtın da kalbimizde ey ayların incisi.
Seninle yakın oldu rahmetin ayak sesi
Ve seninle gözyaşı ümit verdi, derinden…
Göklerden çekilmedin; bekledin gündüzleri,
Ruhlarımız melekler yoldaşı olsun diye.
Ey Rabbimiz ‘den bize gelen eşsiz hediye,
Sen nurlu akşamlarda güldürdün öksüzleri.
Kentin sokaklarını doldurdu ışıkların,
Kanayan yaraları sardın saatler boyu.
Seninle bıraktık ah, bıraktık biz uykuyu
Ve senin hatırına affoldu âşıkların…
Kırıldı utancından günahın azgın eli,
Başkalaştıkça tatlar her iftar sofrasında.
Terk etme yürekleri kal gönül aynasında,
Ey merhamet pınarı: Ayların en güzeli!Altınoluk Dergisi, Aile Eki, Ağustos 1991
Peygamber 'e
Siz insan evladı, Abdullah oğlu
Arap çölü gibi ateşli, korlu
Peygamber oldunuz, muzaffer tuğlu
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed
Ey Allah Resulü, ey eşsiz insan,
Yolunuzu aydınlatmıştır Kur’an,
Siz dünya serveri, siz nur-u cihan,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed
Kıyamet gününde, Mahşer gününde,
Size nasip olsun Mahmud makamı.
Her an dilinizde ümmetin adı,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed
Sizinle savaştı müşrikler önce,
Bir lahza durmadı cenk ve husumet,
Rabbimiz korudu sizi vaktinde,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed
Sizin muradınız hidayet olur,
Biçare kullara inayet olur,
Size ümmet olmak saadet olur,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed
Sizi ziyarete gelmiştir cihan,
Sizle gece gündüz Medine aydın,
Ay sevinçle bakar, Gün gitmez burdan,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed
Kabriniz önünde garip milletler,
Yüzler başka başka, başkadır içler,
İşte insana has türlü sıfatlar
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed
Bir yanda imanı bütünler durur,
Bir yanda kibirli insanlar yürür,
Hepsi de Allah ‘tan ferahlık diler,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed
Merhametli insan, geniş kalp Resul,
Herkese iyilik dilersiniz hep
Ne var ki bazısı küfürle meşgul,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed
Biri pakım diye yeminler eder
Ancak içi kara, Şeytan ‘la dosttur
Böylesi artırır yalnız gam keder,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed
Hazret, sorun bizim günahımızı,
Doğru yola salın şaşkınımızı,
Ulaştırın Mevla ‘ma âhımızı,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed
Dünya ‘da iyiler hâlâ çok, şükür,
Onlar var ki yere nur yağmaktadır.
Ümmetsiz yok size sükûnet, huzur
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed
Geldim ziyarete, yaralı canım,
Azar ve belaya doymuş insanım.
Sizin izinizde tozum, toprağım,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed
Hak deyip iğneyle dağları kazdım.
Ben kulum, gah doğru yoldan da azdım.
Tevbe ifadem bu şiiri yazdım,
Esselamu Aleyke, ya Muhammed
Asselamu Aleyke, ya Ahmed
Abdullah Aripov (1941 - )
Özbekçe ‘den çeviren: Ahmet YalçınkayaÖzbekistan 'ın günümüzdeki en büyük şairlerinden biri, yeni Özbek şiirinin öncülerindendir. Dünya edebiyatından yaptığı şiir çevirileriyle de tanınır. Şiir kitaplarından bazıları Gözlerim Yolunda, Anacan, Kaside, Ruhum, Hayrat, Hekim ve Ecel, Hac Defteri ve Sevap.
Is it Sarajevo which burns or are we that Alija
I.
Where is this smoke rising from, Alija…
Where from comes this smell of fire?
Is it the relic soil of your country which caught fire
or the invisible flames of our burning cities…
Is it the ashes of Sarajevo being so thrown around?
I have seen that your orphan nations crime was just to
believe,
it was said that you deserve the fierce of this cursed age.
An age called the West, a masked face, a treacherous ambush
a fierce called the West, Oh, its name and fame be ruined…
I have seen it is your belief which frightens this cursed
age
If your country is destroyed, believe that we will be
destroyed
if your country is destroyed, we will drag ourselves along
the ground.
Pity us, pity our country which has lost its eternal sun,
pray for us that black clouds do not keep at us anymore!
If your country is destroyed, believe that we will be
destroyed,
pray for us that our blood flows firstly for the sake of
belief.
Is it the fog of our country which covers the skies, Alija…
Or is it the ashes of Sarajevo being thrown around?
II.
Where is this wail rising from, Alija…
Where from comes this cry, this voice of oppressed ones?
Is it the raped women of your country who are crying
or the echo of screams left from our dirty brains…
Is it the children cut into pieces and thrown around with
the winds?
I have seen it is cruel that we laugh, that we play
I have seen it is difficult to eat, to drink, and to sleep.
The cage of our chests will be tight for all of us I know,
from now on we cannot look at pretty faces of children…
I have seen we cannot look at their innocent eyes
If those children cease to exist, believe that we will cease
to exist
if those children cease to exist, we will fall into deep
holes.
Pity us, pity our country which has lost its eternal soul,
pray for us that we get our beautiful light again.
If those children cease to exist, believe that we will cease
to exist,
pray for us that we fight in sees, and we fight in the
skies.
Is it our fake tears which get upon pilgrim winds, Alija…
Or the children died before playing games are thrown around?
Translated by: A. Edip Yazar
Original Turkish of this poem, “Saraybosna mı yanan biz miyiz Aliya” has
been awarded with the First Prize in the International Turkish Language Bosnia
Poetry Contest in 1994
Ağacım Meyve Verdi Toprağımda Başak Var
I.
bir
yorgun ağaç, sonbaharında
sararan
yapraklarıyla
dalları
kurumaya yakın
külrengi
bulutların altında
bakır
gökyüzüne çevirmiş yüzünü
intizarın
çeşmesinden beslenen
ve
malihulyaların
kaderinde
çizgileri görünen
tükenmeye
yüz tutmuş özsuyuyla
bir
solgun ağaç
çağın
sonbaharında
işte
bu benim ağacım, bu benim
anlamaya
çalışın
güneş,
ay ve bazen yağmurlar
emin
olun benim şahidim
onlar
bilirler beni elbet
rüzgar
da anlar beni bilin ki,
beni
anlar nurdan ışık kapmış dalgalar
fakat
siz
bu
kadar konuşmazdınız eğer görseydiniz
gecenin
örttüklerini
ve
yaktığını gündüzün
bilseydiniz…
bilseydiniz
neden geri gelmiyor giden
ağlardınız
daha çok
gülmezdiniz
anlamaya
çalışın beni lütfen
II.
bir
kuru toprak ne kızıl ne beyaz
çölün
fırtınası yüzünü yalayan…
sıcak
olmasına sıcak ana gibi
fakat
kuru
deniz
bilmez, nehir tanımaz
mert
ve engin bir kucağın sahibi
hayalinde
okyanusa ulaşmak
çünkü
biraz uzaktan tanır yağmuru
çölden
emzirilen sarı ummandan
yeşili
bilmez maviye kanamaz
bir
rüzgar gibi geçer, kulaktan giren
ardında
kalan
aslolan
özlemdir çıplak ve duru,
hakikat
hendeği aşmak
üstü
bulanık kaygılar damar damar yayılan
zamana
dibi doymaz…
bu
benim toprağım, benim ocağım
lütfen
anlamaya çalışın
ne
beklesin sırasında bir bulut
bir
çöl dikeninden, kara çalıdan
suya
hasret toprağım
ne
var kargaların şahı anladı
ve
anladı heves, anladı umut
ne
var ki anlamaz yine de yalan
ben
hasret idim yaprağa herkes bilmeli
lütfen
beni anlamaya çalışın
meyveye
hasret idim
bir
sırça sarayın kenarında saçağım,
dedim
artık gidilmeli,
kaygılar
gönlümden dağılın
III.
ey
alim anlat sana öğretilenleri
nasıl
neden nerede…
anlat
bildiğini at şu yükünü
anlat
varı, yoğu ve Vareden ‘i
bilsinler
bir doğuştur yeniden
yeni bir nefes
her bâride
var
olmanın ateşidir suyudur
kor
içinde bekleyen çeliğe
anlat
sabır neymiş tahammül nedir
ey
alim işte bu karinedir
de
ki işte sabır her gönlün aşı
hakikat
budur
açacak
goncanın şafak nöbeti
arının
çiçeğe konacak gücü
de
ki işte sabır
“her
işin başı”
ey
şair anlat taşanı yüreğinden
zincire
vurulamayan sevinçleri
anlat
ki coşkusu
sığmaz
bir yere
çılgınlık
daha kolay daha sessiz
bu
kopup gelen fırtına
bir
deli sestir ki haykıran derinden
anlat
mucizeleri
ayaz
soğuğunda yuva gözleyen kuşu
anlat
varsınlar farkına
engel
tanımaz sellerin
bir
toprak fedakarlığıyla
huzuru
kalkan yapmış derelere koşmasının
varsınlar
farkına
sen
ise
asla
aldırma
özlemle
yoğrulmuş uzak ekinden
zamanın
mekanın ve yıldızların
akmasına
ey
şair haykır rahmetini sonsuz kudretin
gözyaşınla
yıka kalbini
aldırma
kimsenin bakmasına
bu
ağaç dalında hayatın duruşu
anlık
bakışı gibi utangaç kızların
fanusta
bir kandildir eğilir yere
kaybolsa
da izleri
de
ki hayattan bahsetmek için sabır gerek
arif
diye tanıt şakirtlerine
bıkmayan
yılmayan kardelenleri
IV.
her
şey oturur denklemine
ve
durulur sular
bir
taraftan çocuklar gibi beklentili
var
mıdır yok mudur hiç dert etmeden
başaklar
boy verir toprak kendi renginde
yorgunluğu
atar ağaç üzerinden
huzur
isteyen ihtiyarlar
bir
goncaya bakar gibi geçmişi
özenle
ve kıyamadan tutarlar
her
şey yerli yerinde
güneşin
yaktığı ufuklar daha berrak
öyle
olmalı görünmese de
bilinmese
de
aşikar
oldu kuraklıklar dert değil
yeşertilir
tüm çöller ağlayarak
anladım
ki şükrün tam zamanıdır
tüm
sıcaklığına rağmen heyecanın
bulutlara
yükselir salıncaklar
kaynayan
kana rağmen
sükunet
olmalıdır
yine
de sanırım her şey açık
her
şey sade
inine
çekiliverir med cezirler
daha
basit artık her ne varsa karışık
daha
güzel ne varsa canlı cansız
her
şey asude
herkes aşık
yeterince açığa vuruyor
gelincikler
ki her an şükretmek
zamanıdır
Seçkin Varlık
İddiayla söylerim şunu, bilirim
Seçkin bir güçtür Hazret-i Muhammed,
Üstün varlıktır derim.
Bilirim ihtimal dışı, mümkün değil
Meydana gelmesi bir eserin ki şahane
Sade bir gücün, insanın elinden.
İhtimal dışıdır var olması,
Olağanüstü varlığın zuhur bulması
Bir gücün sadece kuvvetinden.
Üzüntümün sebebi
Sana
Çağdaş olmadığımdır, ey Muhammed!
Üzüntüm,
Yaşamadığımdan aynı asırda.
Senin değildir kitap.
Öğreticisi olduğun,
Yayıcısı olduğun kitap ilâhîdir.
Bu kitap ait değildir sana,
Eser senin değildir.
Ne kadar gülünç bunu inkâr etmek,
Ve savunmak aksini.
İleri sürmek kadar gülünç,
İlimlerin boş olduğunu
Ya da abesliğini.
Artık görmeyecek insanlık, asla
Seçkin bir gücü senin gibi,
Seçilmiş varlığı bundan sonra.
Bir defa görmüş, görmeyecek,
Bunu söyler bunu bilirim,
Görmeyecektir daha.
Büyüklüğün önünde, azametin karşısında
Eğilirim hürmetle, eğilirim
En büyük ihtiramla.
Prens Otto von Bismarck
(1815-1898)
Beyanatlardan derleyen ve çeviren: Ehl-i Sünnet Mecmuası
(Abdurrahim Zapsu)
Sadeleştiren ve uyarlayan: Ahmet Yalçınkaya
20 Mart 2014 Perşembe
Veda
Belki yürek delen bir şaşkın mermi…
Veda faniliğin soyadı desem;
Ömür bir lahzadan fazla sürer mi?
Kimleri tanırım bilmem kaç yıldır,
Hepsi göz kırpacak kadar yer tutar.
Veda vakti gelmiş gönlünü kaldır;
Zaman alır seni yabana atar…
Her ayrılık bir dert, bir yeni düğüm:
Acep aranılan çocukluk mudur?
Veda beyaz hüzün, asıl gördüğüm:
Hayat gözyaşıymış, çare yok mudur?
1 Mart 2014 Cumartesi
Dağ
eteği başka halka, başka halkadır başı,
belli ki kendisine süs yapmıştır gümüşten.
koynunda toprak, çiçek, taş ve su arkadaşı;
heybeti sanki çıkmış masaldan veya düşten.
altında ince yollar bitmez tükenmez umut,
omzunda nefes alır gelen bilge fırtına...
ellerinde aldırmaz bir kelebek gibi mut;
dolaşır aklı gökte, özgürce, kana kana.
fakat o bile ürker insanın gizeminden,
med cezir gibi aysar gözlerinden kızların.
kim suyla deler taşı, sade su verip tenden
ve ışığını başka kim çeker yıldızların? ..
belli ki kendisine süs yapmıştır gümüşten.
koynunda toprak, çiçek, taş ve su arkadaşı;
heybeti sanki çıkmış masaldan veya düşten.
altında ince yollar bitmez tükenmez umut,
omzunda nefes alır gelen bilge fırtına...
ellerinde aldırmaz bir kelebek gibi mut;
dolaşır aklı gökte, özgürce, kana kana.
fakat o bile ürker insanın gizeminden,
med cezir gibi aysar gözlerinden kızların.
kim suyla deler taşı, sade su verip tenden
ve ışığını başka kim çeker yıldızların? ..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)