Ülkemizde sık
seyrettiğimiz bir film var. Ne zaman halkın lehine bir kanun, kararname,
genelge veya basit bir karar çıkacak olsa, hemen laiklik elden gidiyor,
dolayısıyla da rejim tehlikeye düşüyor. Nedense 58 yıldır laikliğin elden
gitmesine rağmen genelde dindar insanlara yapılan baskı bitmiyor.
Laiklik elden
gidiyor fakat başörtülü öğrencilerin haklarının gaspına devam ediliyor.
Laiklik elden
gidiyor fakat dini hassasiyeti olan, ibadetinde titizlik gösteren insanlar,
özellikle de devletin kurumlarında görev yapan insanlar baskı görmeye devam
ediyor.
Laiklik elden
gidiyor fakat güzide ordumuzda görev yapan bir çok askerimiz çeşitli disiplinsizlik
(!) iddialarıyla ordudan uzaklaştırılıyor.
Mecliste, geçenlerde,
milli mutabakatın sağlandığını söyleyebileceğimiz bir çoğunlukla alınan kararla
başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasını sağlayacak anayasa
değişikliği öngörülmekte. Tartışılabilecek yanları olabilir, ancak Cumhurbaşkanı
onayladıktan sonra resmi gazetede yayınlanmış ve yürürlüğe girmiş olan bu karar
halkımızın lehine olduğu gibi 40 yıldır süregelen bir sorunun çözümü için de
fırsat niteliğinde. Hiçbir olumsuz yanı yok. Ne var ki bunu bazı aklıevvellere
anlatmak o kadar kolay değil. Zor da olsa niyeti iyi olana bir şeyler
anlatabilmek er veya geç mümkündür diye halen ümitliyiz..
Herkesin
niyeti iyi midir? Bu soruya evet cevabı vermek isterdim. Devam eden tartışmalar
ve ne yazık ki belirli periyotlarla tekrar tekrar seyrettiğimiz film bu cevabı
vermemize engel olmakta.
Halkın %75
‘inden fazlasının desteklediği, aynı oranda bir çoğunlukla meclisten geçen bir
kararın daha oylanmadan bazı insanların sokaklara dökülmesine, bazı politikacı
ve sözde bilim adamlarının hadlerini aşmalarına, hukuktan ve mantıktan
uzaklaşmalarına, bazı gazeteci ve sözde aydının işi halka ve hakka hakarete
kadar vardırmasına neden olmasının arkasında ne vardır? Yanlış olan nedir?
Yasağın devam etmesi mi doğrudur?
İnancın gereği
ve halkın isteği elbette yanlış değildir. Yanlış başka yerdedir, ancak bunu bilmek
kolay da anlatmak kolay değildir. En önemlisi, şu anda kanunlaşmış olan söz
konusu değişikliğin ne tür yeni tartışmaları beraberinde getireceği ve yasağı
savunanların küstahlık seviyesinin ne olacağı merak edilmektedir.
Cevap ararken
Malezya, İran veya Pakistan ‘dan örnek vermeyeceğim. Sokaklarda başörtüsüne
karşı gösteri yapanların ya da cüppeleriyle yürüyüş yapanların Malezya ‘nın
gelişmişlik seviyesini, Pakistan ‘ın tüm fakirliğine rağmen bir nükleer güç
olduğunu, İran ‘ın tüm dünyanın ambargosuna ve kısıtlı manevra imkanına rağmen
kendi ayakları üzerinde duran bir devlet olduğunu anlamalarını da beklemiyorum.
Sadece
dışarıda yaşayan insanların bu konuda ne kadar hayretler içinde olduklarına
değineceğim. Son ziyaretimde Almanya ve Belçika ‘da bana sorulan soru şu:
Avrupa Birliği ‘ne girmek isteyen Türkiye ‘de halen bazı insanlar
üniversitelere girerken bazı insanlar polis gücüyle dışarı atılıyormuş, doğru
mu? Maalesef yanlış ve yalandır diyemedim.
Özbekistan
‘da görev yaptığım dönemde bana sorulanlar ise daha acı: Türkiye ‘yi Müslüman
ülke diye biliyoruz ancak kızlar başörtüsüyle üniversiteye giremiyormuş, sebebi
nedir? Sizde de farklı değil dediğimde bana söylenen ise oldukça düşündürücü:
Biz komünizmden tam kurtulmuş bile değiliz, yine de bizde en azından İslam
Üniversitesi ve fakültelerinde serbest. Bu soruları soranlara bizdeki yasağı
izah etmek mümkün mü?
Nasıl
anlatayım bu işin hukuk, eğitim, ilke, laiklik gibi kavramlarla hiçbir
ilgisinin bulunmadığını? İsterdim ki, yasak sadece, sayıları azınlık olmalarına
rağmen halka tahakküm etmeye alışmış, bazı maskelerin arkasına sığınarak
gelirlerini ve güçlerini kat kat artırmış bir kısım dayatmacının düzenlerini
sürdürme gayretlerinin bir kısım unsurlarından biridir diyebileyim. Bunu nasıl
anlayacaklar ki? Laiklik kavramının ülkemdeki uygulaması biliyorum ki yine
ülkemin nevi şahsına münhasırdır.
Türkiye
değişiyor. Benim veya başka birinin sorulara cevap verememesi geleceğin
aydınlık olmasına bir engel teşkil etmeyecektir. Sadece yaşanılan utanç
duygusunun açtığı yaraları çabuk onarmanın bilincinde olmak yetecektir. Fakat
değişen Türkiye, daha özgür, daha uzlaşmacı ve daha demokratik bir Türkiye
rahat bırakılacak mıdır?
Geçmişte çok
gördük. 58 yıldır laiklik elden gidiyor, giderken de bir çok insanı beraberinde
götürüyor. Sokaklarda ne haykırılıyorsa o başa geliyor. Hemen hemen her 10
yılda bir ayar yapılıyor. Gazete iftiralarına bakılarak belediye başkanları
tutuklanabiliyor. Ne var ki yapılan ayarlardan yıllar sonra, bu ayarlar için
oluşturulan gerekçelerin yalan, desise ve iftiralardan ibaret olduğu, hatta
çoğu zaman yeterli gerekçe oluşturmak için provokasyonların devreye konulduğu
öğreniliyor.
Atılacak her
demokratik adımı engellemek için kışkırtma ve provokasyon, vicdanı ve hukuku
sadece çıkarlarını korumak olarak algılayan dayatmacılar için her zaman
kullanılan bir yöntemdir. Dövülen oruçsuzlar, zorla namaz kıldırılan
öğrenciler, zorla başı örtülen kızlar ve buna benzer bir çok haber ortalığı
kaplar. Bilirsiniz ki bunların en az %95 ‘i yalan ve iftiradır, ancak ispat
için size gereken süre engelleme sürecini işletecekler için yeterlidir. Çünkü
bizim geçmişteki uygulamalarımızda iftirayı atan ispata davet edilmez, iftira
atılandan kendini aklaması için ispat beklenir, bir yandan da baskı altında
tutulur. Gerçek eninde sonunda ortaya çıkar fakat bunun için geçecek süre
provokatörler için yeter. Sonrasında iş işten geçmiştir.
Eğer hedef,
anayasa değişikliği, özgürlükler, cumhurbaşkanlığı seçimi gibi büyük
değişimleri engellemek olursa, provokasyon da aynı oranda, hatta abartılı
şekilde büyük olur. İnsan canına kıymak, halkın sevdiği insanlara iftira atmak,
halkın güvendiği ve devletin gücünü oluşturan kurumları kışkırtmak ve yıpratmak
artık oyunun boyutu gereği bu güruhlar için normal sayılır.
Son gelişme
de büyük bir değişimdir. Halkın ve halkı temsil eden meclisin büyük
çoğunluğunun isteğiyle gerçekleştirilmeye çalışılmakta, uzun süredir bir kısım
politikacı ve sözde bilim adamının gayretleriyle kısıtlanan bir hakkın geri
verilmesi hedeflenmektedir. Bu kadar özgürlükçü bir adımı hukuken, rasyonel
mantıkla ve vicdanen engellemek mümkün değildir. Geriye ne kalıyor?
Halkımızın,
siyasi görüşü ne olursa olsun dikkat etmesi gereken bir döneme tekrar
giriyoruz. Dayatmacılık, yasakçılık ve çıkarcılık boş durmayacaktır. Provokasyonlar
artabilir. Bakarsınız yıllardır coplanan, başörtüsü zorla çıkarılan, ikna
odalarında psikolojik baskılara maruz kalan ve sonuç olarak eğitim hakkı
elinden alınan kızlar, yasakların kalkmasıyla sevinçlerini yaşamaya çalışırken
ve bu mutlulukla tüm insanlara sevgiyle bakarken, zorla laik kızları
kapatıyorlar suçlamasıyla karşı karşıya kalabilirler. Ne kadar şaşırsalar ve
anlamaya çalışsalar da, hukuk
tanımayanlar, çıkarları için her şeyi mubah sayanlar onlara merhamet etmez.
Hepimiz yalan olduğunu biliriz ancak dayatma süreci işlemeye başlar.
Başka hiçbir
şeye gerek yoktur. Sadece uyanık olmalıyız. Türkiye değişiyor; her yeni gün her
eski günden daha özgür bir potansiyele sahiptir. Aramızdaki düşünce, inanç,
eğitim, görüş farkı ne olursa olsun, kardeş olduğumuzu, oyuna gelmememiz
gerektiğini ve provokasyonlara aldanarak birbirimizi kırmamamızın lüzumunu asla
unutmamalıyız. Aksi takdirde, başlatılacak ve hepimize zarar verecek yeni bir
oyunun oyuncuları haline geliriz.
22 Şubat 2008