Ich schwöre deiner Tränen, daß
Dein Zorn ein Sintflut wird fließend über deine Wangen
Die Hände des Schweigens werden uns erwürgen
Es wird kein Berg mehr bleiben worauf wir steigen können.
Ich schwöre deiner Tränen das.
Auch uns wird noch dein Herz verbrennen.
Dein Atem, der den Morgen nicht erlebte, wird unser Nacht.
Es wird keinen Mond mehr geben und auch keine Sterne,
Wenn wir noch so leben von deinen Hoffnungen flüchtig.
Auch uns wird noch dein Herz verbrennen.
Soweit die Sonnen sterben werden wir sterben, werden erfrieren.
Die Schakale werden heulen auf den Bergen unseres Herzens.
Welche wir verließen geplündert zu werden
Unsere Adern werden nicht mehr zu unseren Herzen fließen;
Soweit die Sonnen sterben, werden wir sterben, werden erfrieren
Laß deine Tränen tropfen über uns,
Damit unseres Herzens Erde wieder ergrünt,
Laß tropfen, damit seine Sprößlinge auferstehen,
Ehe der Wind unsere Wüsten weggenommen hat.
Laß deine Tränen tropfen über uns.
Ich schwöre deiner Tränen, daß
Du lachen wirst oder wir werden zugrunde gehen
Unsere Seelen werden schlecht riechen, du wirst es nicht sehen
Oder in Feuerflüssen werden wir wohl schwimmen
Ich schwöre deiner Tränen das.
Hicabi Kırlangıç
Übersetzt: aus dem Türkischen: Ahmet Yalçınkaya
30 Kasım 2012 Cuma
13 Kasım 2012 Salı
Sana Bu Közü Kalbime Atma Demiştim
sana
bu yollarda bekleme demiştim
canevimi yakarsın.
bir hastalık zuhur eder vakitsiz
alır götürür beni…
ateşin dolaşır da sonra damarlarımda
içime ılık sular gibi akarsın
ve bir yangın tâkip eder izini;
her yanımı alevler sarar
başucumda küllerime bakarsın.
ne gözyaşın yetişir yardımıma
ne yüreğini dolduran engin deniz.
içine hayaller düşer,
saatler girer düşüncene…
gelmez deme bilinmez bir gün gelir
yolların boş olduğunu görürsün
içine korkular düşer,
güzel demezsin böylece istesen de
güzel demezsin yeşile, maviye, pembeye
ve geçmiş sabahları anarsın.
gecelerle sırdaş olan gözlerin
hâtıralarına taşınır artık sessizce,
kim bilecek sen mi üzgünsün, ama sen bilirsin
kim bilecek…yoksa zaman mı üzgün
belki sise karışıp giden yıllara kanarsın.
canevimi yakarsın.
bir hastalık zuhur eder vakitsiz
alır götürür beni…
ateşin dolaşır da sonra damarlarımda
içime ılık sular gibi akarsın
ve bir yangın tâkip eder izini;
her yanımı alevler sarar
başucumda küllerime bakarsın.
ne gözyaşın yetişir yardımıma
ne yüreğini dolduran engin deniz.
sana
bu yolları gözleme demiştim
canevinden
yanarsın.içine hayaller düşer,
saatler girer düşüncene…
gelmez deme bilinmez bir gün gelir
yolların boş olduğunu görürsün
içine korkular düşer,
güzel demezsin böylece istesen de
güzel demezsin yeşile, maviye, pembeye
ve geçmiş sabahları anarsın.
gecelerle sırdaş olan gözlerin
hâtıralarına taşınır artık sessizce,
kim bilecek sen mi üzgünsün, ama sen bilirsin
kim bilecek…yoksa zaman mı üzgün
belki sise karışıp giden yıllara kanarsın.
Düş Anları
Şu ayna
Ki adamlardan bir şeffaflık oluşturuyor,
Kim tutuyor o aynayı
Ve böyle çıplak göğüslü görüntümüzü seninle benim,
Seyre davet ediyor?
Kim kaldırıyor o aynayı
Ve başlayana kadar biz
Aklımızı aksettiriyor tekrar bize, ve kalbimizi?
Neden o aynada
Tutulmuşken bir kere kendimizi hiç görmediğimiz
Renk izleri vardır verilen
Dünya uyanıkken görmediğimiz?
Evet, o tuhaf ayna işte
Yakalayabilir bu son düşünceleri,
Tüm hayat kokuşmuş veya oldukça iyi,
Cam gibi yaparak onu – nerede?
Thomas Hardy (1840-1928)
İngilizce 'den Çeviri: Ahmet Yalçınkaya
Ki adamlardan bir şeffaflık oluşturuyor,
Kim tutuyor o aynayı
Ve böyle çıplak göğüslü görüntümüzü seninle benim,
Seyre davet ediyor?
Şu ayna
Ki sihri bir mızrak gibi içe işleyen,Kim kaldırıyor o aynayı
Ve başlayana kadar biz
Aklımızı aksettiriyor tekrar bize, ve kalbimizi?
Şu ayna
İyi çalışıyor sızının bu gece saatlerinde;Neden o aynada
Tutulmuşken bir kere kendimizi hiç görmediğimiz
Renk izleri vardır verilen
Dünya uyanıkken görmediğimiz?
Şu ayna
Her faniyi sınayabilir farkında değilken;Evet, o tuhaf ayna işte
Yakalayabilir bu son düşünceleri,
Tüm hayat kokuşmuş veya oldukça iyi,
Cam gibi yaparak onu – nerede?
Thomas Hardy (1840-1928)
İngilizce 'den Çeviri: Ahmet Yalçınkaya
Unpublished Writings - 4 / Is it the truth?
There is a trend of naming the
events of 1915 a
“genocide”, blaming the Ottomans of a genocidal policy against the Armenians
living within the empire. Without any evidence of it, accepting everything what
the Armenians claim, which is actually a shared British-French claim, became a
habit especially in media and politics.
In an article of Gamal Nkrumah (Remaking
history, Al-Ahram Weekly, 14-20 May 2009), opinions of Armenian
diplomats are reflected with some comments. When some opinions are given as if
they were real facts, opposite arguments should also accompany at the same
level, but not just pass of in saying that those opinions are denied .
Otherwise, truth cannot be known.
If the Ottoman
Empire had applied genocidal policy to Armenians, they could not
have survived. There are a lot of examples in history, e.g. the Indians of
especially South America and may be of North America .
Is there any nation which disappeared while being subject to the Ottoman Empire ?
The case is simple. The British
Empire spread all the lies even before World War I to speed up the collapse of
the Ottoman Empire . When Armenians started to
kill Turks in Eastern Anatolia, backed up especially by Britain and France , the empire forced them to
migrate after a law enacted as a result of war conditions. Not only Ottomans, many
other countries enacted such laws. Defining a tragedy as “genocide” needs some evidence
as proof.
History proves the opposite. All
staff thought to be responsible for the deaths during migration were punished
by the empire, many of them sentenced to death. All the lists of migrated and
returned Armenians were kept, which can be found in the US archives. Anyone
familiar with the issue would notice that Armenians refuse all Turkish offers
of doing research in the archives. Who can be afraid of archives other than who
is afraid of the truth?
I still hope that one day, sensible
Armenians will see that nothing based on lies can bring happiness, and will
together with Turks, remember the victims of the tragedies during the war, both
Turks and Armenians.
For Al-Ahram Weekly, May 20th,
2009
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)